30 Haziran 2007

25 Haziran 2007/ 3. Gün

İğneada (Poyralı)-İstanbul
Bugün Katedilen Mesafe: 181 km
Toplam Katedilen Mesafe: 398 km
Bisiklet Üzerinde Geçen Zaman: 9:08

Aslında üçüncü günün hikayesi bir önceki akşamdan başlıyor. Sanıyorum Ömer Hoca idi, yola çıkmadan önce birisi bana İğneada'dan Kıyıköy'e balıkçı tekneleriyle geçebileceğimi fısıldıyor. Aklıma yatmak bir yana, bayılıyorum. Tekneyle kıyıya baka baka Kıyıköy'e çıkmak ve oradan İstanbul'a yol almak -olursa- iyi fikir. Akşam kahvede ağız arıyorum, taksicinin birisi alıp beni limana balıkçılarla konuşmaya götürüyor. Velakin iki sorun çıkıyor ortaya: Bir, böylesi bir yolculuk için sahil güvenlikten denizci kağıdı almak gerekiyor. İki, balıkçılar sefere 200 Lira gibi bir şeyler istiyorlar. Sabah kalk, denizci kağıdı al, üstüne 200 gayme say. Değmez diye düşünüp vazgeçiyorum.

İğneada'ya gelirken zaten asıl güzergahtan ayrılmış olunca, bir daha 62 km gitmek istemiyorum. O yüzden otobüsle sabah erken tekrar Poyralı'ya dönüyorum. Yolculuk dün kaldığı yerden İstanbul'a doğru başlıyor.

Bu yolda anlatacak pek bir şey yok. Saray'a kadar ufak tefek iniş çıkışlar, Saray'dan sonra ise bir iniş, bir çıkış. Yol da çakıl asfalt olunca hızlı değilse de sorunsuz, Eski Edirne-İstanbul kara yolunda, sağlı sollu ormanların arasında tıngır mıngır yol alıyorum. Yalnız hava çok sıcak, sık sık su takviyesi gerekiyor. Saat 1 gibi hem güneşten korunmak hem de karnımı doyurmak için bir piknik restorana giriyorum. Çatalca yol ayrımında...

Mekanın sahibi, Bahattin abi ile eniştesi oturuyorlar. Masaya buyur ediyorlar, gidiyorum. Ben bir yandan yiyecek içecek bir şeyler söylerken, onlar öte yandan sohbeti başlatıyorlar. Yoldan geçen çoğu "gavur" diğer bisikletçilerin öyküleri, bulunduğumuz bölgenin su kaynakları, yaklaşan seçimler...vs. Bir üniversite hocası olarak memleketin içinde bulunduğu durumu yorumlamam isteniyor; en sevdiğim şey. Derken, elektronikçi olduğumu öğrenen Eniştebey baklayı çıkarıyor: "Yav Hocam, sen bize bir dedektör yapsana, altın aramak için." Restoranın olduğu bölge eskiden Bizans yerleşkelerinden biriymiş, bir rahip varmış, cariyeleriyle yaşarmış falan filan. Velhasıl, gömü arama buralarda oldukça yaygın bir uğraş olmuş. Herkes cariyelerin altınlarının peşinde... Modern "Alman malı" dedektörlerden, muska yazıp bir horozun boynuna bağlayıp dolaştırmaya kadar epeyi bir yol denemişler. Ben "E, dedektör varmış işte..." deyince, onun ota boka her şeye öttüğünü, benden istediklerinin sadece kıymetli metallere öten bir şey yapmam olduğunu söylüyorlar. "Şu bisiklet gezisi bittikten sonra bakarız." diyorum. (Burak, ne yapsak hocam, girsek mi bu işe?) Her neyse, saat 4'e kadar falan laflıyoruz. Güneş biraz devrilecek gibi olunca da ben hesabı ödeyip yola koyulmak istiyorum. Artık sohbetim ballı geldiğinden mi yoksa dedektör gelecek yerden köfte esirgenmediğinden mi bilmiyorum, Bahattin abi bana hesap ödetmiyor. Yanıma da bir büyük şişe su veriyor fazladan. Sağolsun.

Çatalca yol ayrımından sonra orman bitiyor ama yol da bayağı düzeliyor. Arnavutköy'e kadar hala birkaç sıkı rampa var ama artık o kadarına alıştık. Yalnız hala çok sıcak ve suyum bitiyor. Arnavutköy girişinde ve büyük yokuştan önce bir küçük mola daha veriyorum. Giren çıkanın Hacı amca diye hitap ettikleri yaşlıca bir amcanın büfesinde. Hacı amca, komik ve içten biri... Ben "Soğuk su var mı?" diye sorunca "Ayıp ediyon yav, soğuk su olmaz mı?" diye yanıtlıyor. "Oturabilir miyim?" diye sorduğumda da izin istemekle ayıp ettiğimi anlıyorum. Hacı amca her lafa "Ayıp ettin"le başlıyor. Gelirken beni turist sanmış (herkes öyle sanıyor), Türk olduğumu anlayınca seviyor beni. O kadar ki, içtiklerimin parasını verip gitme vakti geldiğinde "Ayıp ettin, ne güzel geldin, sohbet neyin ettik. Gelip öküz kibin bakan da var. Para da ne? Türkten para alınır mı yav?" diyor. Zorla 2 lira verebiliyor ve Hacı amcayı biraz da küskün bırakıp ayrılıyorum.


Ondan sonrası İstanbul trafiği, Arnavutköy ve Habibler Köyü'nden itibaren dünya dolusu araba başlıyor. Farkına varıyorum, yolun sağı denilen bir şey vardı, sağdan ve dikkatli gidilirdi. Oysa son üç gündür yolların sağı da solu da benimdi. Neyse, gide gide Edirnekapı'dan sehre giriyoruz. Edirne'den başlamış bir seyahat için anlamlı bence... Ondan sonra Eminönü, sahil yolu, Beşiktaş, Bebek ve Baltalimanı yokuşundan eve çıkış. 180 km gelmeme ve gün boyu inip çıkmama rağmen, son iki günün yokuşları ile kıyaslandığında Baltalimanı düz ayak geliyor. Vay be!

Bugün akşam ve yarın evdeyim. Yarın halledilmesi gereken ufak tefek bazı işler var, onları yapıp bir gün sonra istikamet Ağva, tekrar yollara...

Resimler: Bahattin Abi ve Eniştebey, Akşam Edirnekapı'dan TEM ve İstanbul.

2 yorum:

Bora Y. dedi ki...

hod-jam, fıtık yeni geçmişken iyi cesaret valla, bravo.

yollar mutlu olmasa da yolcunun mutlu olması dileğiyle... ;-)

svg,

BY

OzlemPansiyon dedi ki...

sekerim,
haftaya bodrum'dayiz. popon nasir tuttugunda, kafana gunes gectiginde, vucudundaki yag orani %5'e dustugunde, enerji fazlasini atmanin daha kolay yollari oldugunu farkettiginde yapman gerekeni biliyorsun.
atla ucaga, bodrum bodrum...
biz seninle her kosulda gurur duyuyoruz:)