02 Temmuz 2007

27 Haziran 2007/4. Gün

İstanbul-Ağva
Bugün Katedilen Mesafe: 107 km
Toplam Katedilen Mesafe: 505 km
Bisiklet Üzerinde Geçen Zaman: 7:21

İstanbul'da verilmiş zorunlu bir günlük aradan sonra tekrar yoldayım. Nazım bu sefer de Arda hocama geçiyor, sağolsun sabahın köründe beni Anadolu Hisarı'na atıyor. Edirne'den bu yana ısınma turlarıymış, asıl yolculuk şimdi başlıyormuş gibi hissediyorum. İstikamet Polonezköy üzerinden önce Şile, ardından da Ağva... Polonezköy'den ötesini, Cumhuriyet dahil görmüş değilim; hevesim biraz da o yüzden...

Ayrıntılarda çok fazla bir şey yok aslında... Bu, İstanbul'lu bisikletçilerin çok gidip gelidkleri ve iyi bildikleri bir yol. Bazısı 2 km'yi bulsa da genelde kısa ama nispeten dik iniş-çıkışlar var. Günün yegane, yegane olduğu için kendiliğinden en ilginç olayı, buharlaşmadan Ağva'ya ulaşabilmiş olmam. Hava öyle böyle değil, çok sıcak. Önceki günler de sıcaktı ama bu seferki böyle basık, nefes almayı zorlaştıran bir şey. Münasip yerlerime günde iki posta 50+ korumalı güneş kremi sürüyorum; o mübarek de alçı gibi, kollarıma yapışıyor bembeyaz. Su almak için durduğumda, ilk "geçmiş olsun" diyorlar. Yanık ya da yara merhemi sanıyorlarmış.

Havanın biraz soluk aldırdığı tek yer Polonezköy. Beykoz yokuşu sırılsıklam etmişti ama Polonezköy, sabah 7'de müthiş serin. Taze ve ıslak nebatat kokusu var havada, harika. Aklı olan orada kalır, bir yere gitmez; olmadığı için ben devam ediyorum. Güzel ormanların ve Erol Evgin tasarımı köy evlerinin arasından Şile'ye doğru...

Su tedariklerini saymazsak ilk mola Şile'de. Aşağı yukarı 72km... Şile, nedense benim hayallerimde böyle küçük ve şirin bir sahil kasabası olarak canlanmış. Belki çok fazla eski Türk filmi seyretmişimdir, bilmiyorum. Ama şehir artık küçüklükten de şirinlikten de uzak betonarme bir cehennem. Şile ile ilgili tek güzel anım benim oraya varışımdan kısa bir süre sonra her nasılsa yağmurun yağması... Yağmur yağarken ben bir kahvede çay içip gazete okuyorum; bir önceki gün Şile'de, İstanbul'da şimdiye kadar ölçülen en yüksek sıcaklığa (43.2 derece) erişildiği yazıyor. Bir gün öyle bir gün böyle Şile'de çok vakit geçirmiyorum, Ağva'ya devam ediyorum.

Pek çok yerden duydum, Şile-Ağva sahil yolu kötüdür diye ama onları sevindirecek bir haberim var. Yol yapılıyor. 42 km'nin topu topu 10 km'si bozuk, onda da çalışma var. Seçime kadar tamamı biter herhalde. Bu yolda artık aralarda fındık bahçeleri gözükmeye başlıyor. Yol inişiyle çıkışıyla güzel olmasına güzel de hava çok sıcak. Hem sıcaktan hem de sık aralıklı su alma molalarından dolayı biraz yavaşız bugün. Yavaş gittikçe sıcakta daha çok zaman geçiyor, sıcakta kaldıkça daha da yavaşlıyor insan. Yumurta-tavuk, tavuk-yumurta...

Öğleden sonra Ağva'ya varıyorum bir şekilde. Ağva, Şile gibi değil; hala küçük, hala şirin. Bir otel bulup odaya çıkıyorum. Yatağın üzerinde bir battaniye, battaniyenin üzerinde "Seni Seviyorum" yazıyor. Bu mevsimde, bu sıcakta battaniyeninki karşılıksız aşk. Denize gidiyorum; deniz harika, en azından İğneada'daki gibi deniz anası yok.

Akşam yemekten sonra dolaşıp sabah için biraz kuru incir almak için Malatya Pazarı'na uğruyorum. Tezgahtar, "Abi, biraz da pestil, sucuk, atom falan istemez miyiz? Biliyorsunuz bunlar enerji veren yiyecekler." diyor hınzırca gülerek. Biliyorum.

Fotoğrafa gelince... Bisikletçilerin çoğu böyle yola çıkınca, dayanamaz, içinde bisikletin kıçının, gidonunun, tekerinin gözüktüğü resimler çeker. Ben ahdetmiştim, böyle zıpırlıklar yapmayacaktım. Bir güneşaltı zaafiyet anında ahdımı bozduğumun resmidir efenim.

Hiç yorum yok: