10 Temmuz 2007

İkibindört (16. Gün)

Niksar-Ordu
Bugün katedilen mesafe: 168 km
Toplam katedilen mesafe: 2004
Bisiklet üzerinde geçen süre: 9:21

Başlarken Niksar hakkında iki çift laf etmek lazım herhalde... Erken gelince Niksar'ı akşam dolaşıyorum. Burada durma amaçlarımdan birisi bir günü kısa kesip biraz dinlenmekse diğeri de Ulu Cami'yi görmek. Niye görülür Ulu Cami? Anadolu'nun sağlam kalan en eski üçüncü büyük camisi olduğu için. Bunun dışında Niksar'ın kaydadeğer kalesi, köprüsü ve suyu var (Niksarlılar 'z'yi yutarak Ayva suyu diyorlar). Şelale Konağı var çok güzel, burada yapılan ve aynı gün içinde ikinci kez yenilen Tokat kebabı var. Güzel insanları var Niksar'ın. Başkaca da birşeyi yok (daha ne olsun?). Varsa da ben görmedim.


Sabah erken yola koyuluyorum, Akkuş'a doğru... Niksar dağın alt ucunda, o yüzden çıkar çıkmaz çıkış başlıyor. 3-4 km'lik dik bir yokuş ve ardından bir müddet iniş... Bu bir test aslında. Dağ sana diyor ki, "Kardeşim önümüzdeki 45 km boyunca durum, vaziyet böyle. Çıkabileceğini gözün kesiyorsa devam et." Eh, başladık artık. Başlangıç biraz kötüydü ama bu tırmanış o kadar da kötü değil. Hele hele Batı Karadeniz'dekilerden sonra. İlk rampadan sonra eğim biraz azalıyor, tahminen 8 ile 10 derece arasında var yine de... Böyle tırmana tırmana bir 25 km kadar gidiyorum. Başlangıçta ağaçlar seyrek seyrek ama sonraları çok güzel gürgenler başlıyor. Yukarıda, yukarıda dediğime bakmayın daha da yukarısı var, ilk yaylalar başlıyor. Biraz düzlükten sonrası yine yokuş. Çok zorlamıyor ama yine de 10-12 km daha çıkıyorum yukarı doğru. En sonunda artık yol aşağı kıvrılmaya başlıyor, kıvrım kıvrım olan yerdeki yükseklik 1957 metre. 3-4 km aşağıda Akkuş var. Akkuş'a öğlen varabiliyorum ancak, Niksar-Akkuş arası sadece 50-55 km. Bisiklet üzerinde geçen süre 6 saat. Anlayın artık. Büyük inişten önce bir şeyler yemek lazım, ne de olsa aç karnına inilmez. Akkuş'ta yemek ve ihtiyaç molası...

Akkuş'tan sonra büyük iniş diye bir şey yok. Yol biraz iniyor, sonra düzeliyor, sona biraz çıkıyor, sonra tekrar iniyor. Tamam, inişler düzlüklerden de çıkışlardan da daha uzun ama öyl vızzzt iki bin metrelerden sahile geldim olmuyor. Yavaş yavaş, 50 km yol tepe tepe iniyorsun Ünye'ye... İnerken, dev uçurumların, muazzam yeşillikteki vadilerin kenarından geçerek. Buralarda artık sahile kadar sürecek fındık ormanları da başlıyor. Niksar-Ünye arası 108 km; bunun 100 km'si dağda geçiyor, ama çıkarak ama inerek. Manzara yolculuğun şu ana kadarki en güzel manzarası, etap da en keyifli etaplarından biri... Ortaokul kompozisyonu tadında tasvirlerin adamı olmadık, olamadık. O yüzden manzarayı gören görmüştür, bilen bilir, bilmeyen de gitsin yerinde görsün diyerek anlatalım. Yolun bu ilk ve önemli kısmında şehirler yok, tarihi hanlar, hamamlar, insanlar yok, konuşma yok, izleme, gözlem yok. Sadece çok güzel dağlar, ormanlar, yollar, bisiklet ve ben varız. Yalnız.

Ünye'ye girmeden önce bir benzin istasyonunda duruyorum, sıvı tahliyesi ve tedariki için. Hazırlıklıyım da ama markete bakan çocuğu, daha doğrusu burnunu görünce, hipnoza girmiş gibi oluyorum. Olamaz! Burun sağa dönüyor, ben de sağa bakıyorum; sola dönüyor, ben de aynen. Artık şüphe yok, Karadeniz'deyim.

Ünye'den sonrası Ordu'ya kadar dümdüz. Bu aynı zamanda Karadeniz duble yolu ile de ilk kavuşmamız. Yol kaymak gibi ama yolunda gitmeyen bir şeyler var. Ben sağımda yeşil fındık bahçeleri, solumda deniz hayal etmiştim. Oysa sağım birbiri ardına apartuman; fındık bahçeleri ve yeşillikler artık içerde kalmış. Solumsa deniz ama yeni yol denize fazla uzak. Karşı tarafta eğer yine binalar yoksa, gelen geçen vesaitten deniz görülmüyor. Kısacası, yoldan başka birşeyi göremeden, öylecene dümdüz gidiyorsun. Çok sıkıcı...

Bu sıkıcılık içinde, Ordu'ya kadarki yegane eğlence Nefise Arçelik Tüneli... Ordu'ya gelmeden az beride... Yol sahilden değil, içerden geçiyor. Nefise Arçelik ya da Ordu Tüneli'ni geçtikten hemen sonra da şehre giriyorsun zaten. Tünel 3800 metre uzunluğunda, memleketin en uzun karayolu tüneli imiş. Tevekkeli, yaklaşırken "Radyoyu açın, dinleyin," "Rahat olun," "Sıkılmayın," "Tünel dediğin ne ki?", "Tüneli seveyim, sana bir şey olmasın" falan türünden ışıklı levhalar var. Ben tünele girerken bir anons geliyor "Achtung Achtung! Tünele bisikle girmek yasaktır". İyi güzel de, tünele gelinceye kadar 20 km yol geldik. Üstelik yolda bir yerde olsun bisiklet üstü kırmızı kuşak tabela görmedik. Bir de tünelin öte ucu Ordu. Alternatif: 20 km geriye git, sonra sahil yoluna vur, 40 km da orası eder; al sana sana fazladan 60 km yol. Yemez. Dalıyorum tünele... Aynı anons bir daha yapılıyor ama nafile. Ben bu tünelden geçerim arkadaş. Çıkışta ekip arabası tarafından durdurulmaya da hazırlıklıyım. Hatta çıkışta ekip arabası göreceğimden eminim bile ama şaşırtıcı bir şekilde kimsecikler yok. Şeytan diyor ki, "Geç karşıya, girişe bir daha git, gel. Anonsçu arkadaşı da deli et". Şansımı çok zorlamanın alemi yok, zaten hava da kararmak üzere. Yola devam edip akşamüstü Ordu'ya varıyorum.

Orfdu itibariyle, yolculukta kazasız belasız ikinci bin kilometreyi de deviriyorum. Üstelik, -yolun sonlarını saymazsak- artık çıkışları bitirdik, burdan sonrası bayır aşağı. Bir kutlama lazım. Onu da akşam bir duble rakıyla yapıyorum, otelin terasında Ordu'yu ve denizi seyrederek....

Resimler: Yollardan, İsim budur, Karadeniz'de bir günbatımı.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhaba, Karadeniz'in yalnızca en doğusunu ve en batısını gezmiş bir insan olarak yazılarınızı keyifle takip ediyorum. İyi yolculuklar.
EcoTripSoS