08 Temmuz 2007

Çocuklar (11. Gün)

Boyabat-Sinop
Bugün katedilen mesafe: 114 km
Toplam katedilen mesafe: 1337 km
Bisiklet üzerinde geçen süre: 7:14
4 Temmuz 2007, Çarşamba

Bu aslan parçasının adı Tekin... Boyabat'ın dışında oturuyor. Aslında hesapta Tekin yok. Ne var? Sinop yol ayrımından hemen önce karşıma çıkan çift katlı bir İETT otobüsü var. Öylece parketmişler; lastikler falan patlak, içi boş. Üzeri Garanti Bonus reklamı ile kaplı... Zaten Edirne'den buraya kadar, İstanbul'u saymazsak, bu otobüsün süslemesi dışında Garanti'yi görmüş değilim. Tam bir seçkinci ve büyük şehir bankası Garanti... Bir dahaki sefere İş ya da Ziraat'ten hesap açtırmak lazım. Anadolu yollarında Garanti'ye bel bağlamak sakat.

Lafı Tekin'e bağlarsam.... İşbu Garantili çift katlı DAF'ı "Boyabat'ta işi ne?" babında fotograflamak için durmuşken bir yerlerden Tekin çıkageliyor. Gözüne de güneş vuruyor galiba, öyle kısık kısık bakıyor. Konuşmak yok. Ben de ona bakıyorum. Bakışıyoruz. İsmini soruyorum, söylüyor. Ben malum vites sorusunu bekliyorum ama, yok. Tekin, ağır abi... "Hadi senin fotografını çekeyim. Bana söyle yakışıklı yakışıklı bak bakayım." diyorum, hazırola geçiyor. Buralarda böyle... Resmini çektikten sonra gülümseyerek gidiyor Tekin. Garantili otobüsten rol çalıyor. Garanti'ye müstehak.

Sinop ayrımından sonra yol, önce hafif bir rampa çıkartıyor. Derken eğim artıyor ve muazzam bir çıkış başlıyor. Tam 12 km. Hava bu kadar sıcak olmasa yokuş zor gelmeyecek belki ama sıcak yol uzuyor. Yine de dağa yukarı kıvrıla kıvrıla, ya da kıvrana kıvrana mı demeliyim, çıkıyorum. Yukarıda 8-10 km'lik bir düzlük var, buradan aşağıların görüntüsü şahane. Ardından bir çıkış daha... Bu seferki biraz daha kısa, 6-7 km kadar. Dranaz Yokuşu burası, 1365 metrede bitiyor. İnişe geçiyoruz.

Düze doğru inerken Erfelek yol ayrımı var. Belki şelaleleri görürüm umuduyla dalıyorum ama Erfelek'te acı haberi veriyorlar: Şelaleler bu mevsimde kuru. Yine de yol hem Erfelek'e kadar, hem de Erfelek-Sinop arasında çok güzel. Yolu düşenlere, anayoldan ayrılıp Sinop'a bu güzergahtan gitmelerini öneririm. Bozuk ama değer. Harika köy yolları, bağlar, bahçeler ve serenderler görüyorsunuz. Daha doğuda da çok var bunlardan ama ben serenderlerin en büyük ve güzellerini burada gördüm. 'Serender' ne mi?

Bu arada, Sinop deniz kenarında, yolu düz olur diye bir şey yok. Neredeyse Sinop'a girinceye kadar rampaları 1-2 km'lik iniş-çıkışlar var. Şehir uzaktan görünüyor. Bu, iniş-çıkışları biraz daha iç kıyıcı yapıyor. Belli, sahil yolu Cide'den bu yana değişmemiş. İne çıka, ine çıka akşamüstü Sinop'a giriyorum.

Sinop'ta daha yerleşmeden yapılacak ilk iş bir bisikletçi bulmak. Artık tekerler yalpalamaya başladı çünkü, bisiklet biraz ayar istiyor. Yolu tarif ediyorlar, karşılıklı iki bisikletçi buluyorum. Ben hangisine gireyim diye düşünürken, sağ taraftakinden bir çocuk çıkıyor. Gayet otoriter "Evet, ne vardı?" diyor. Bu, Sadık; Sadık müşteri kapmayı biliyor. Sadık, babası ve dedesi aynı dükkanda beraber çalışıyorlar. Dede ayarı yapacak ama bir saat sürer diyorlar; o zamana kadar Sadık'ı bana yoldaş katıyorlar, beni öğretmenevine götürmesi için. Tekin'in aksine Sadık konuşkan. Okulunu, öğretmenini, okulun bahçesinden çıkarılan tarihi eserleri anlatıyor. Müzenin yanından geçiyoruz, bahçedeki sütunları ve birkaç mozoleyi gösterip "işte şunlar" diyor. Sinop'a gelen mantı yemeden gitmemeliymiş, onu da Sadık'tan öğreniyorum. Öğretmenevini gösteriyor. Unutmadan ekliyor "Siz şimdi girip kendinizi tanıtın, 'Edirne'den geliyorum' deyin, size hemen yer verirler." Sadık'a bir kola ısmarlayıp uğurluyorum, neticede öğretmenevi uçacak değil. Sadık'ın verdiği taktik sağlam ama öğretmenevinde yer yok. Belki de ben repliği elime yüzüme bulaştırdım, bilmiyorum. Mecburen Melia Kasım'a gidiyorum. Mecburen dediğime bakmayın; denize nazır, eski ama küçük ve güzel bir otel burası.

Sinop da güzel şehir. Akşam iskelede balık, salata ve bira... Sebebini bilmiyorum ama bira çarpıyor. Ancak bir kahve sonrası kendime geliyorum. Sokaklarda dolaşıyorum. Sinop bende tarihi dokusuna mı yoksa sahil turizmine mi odaklansa karar verememiş bir şehir izlenimi bırakıyor. Sanki seçim ikincisinden yana kullanılmış gibi... Tarihi binalar kafeye çevrilmiş, gece boyunca her yerde "canlı müzik" çalıyor. En çok çalınan da cennet. Herkes aynı Mr. Göçer gibi ıkına ıkına ve her ağız açışta ton değiştirirek "Cenneti değişmem saçınınııın teeliiineee..." diye bağırıyor. Meşhur hapishaneyi merak ediyorum ama ziyarete kapalı. Müzede, Sadık'ın okulundan çıkanların ve birkaç Osmanlı kıyafetininin, elişinin dışında pek fazla birşey yok. Güzel olmasına güzel Sinop ama benim hayalimdeki küçük, sakin ve tarihi bir sahil şehri değil. Hayalle gerçek -Şile'deki gibi burada da- örtüşmüyor; belki biraz da bu yüzden Sinop bende burukluk yaratıyor.


Yarın "Kadirizm'in memleketi" Bafra'ya doğru yola çıkıyorum.

Resimler: Tekin, Meraklısı için serender bu, Gölgeli Sadık, Sinop'ta bir sokak eğlencesi.

Hiç yorum yok: