08 Temmuz 2007

Amasya'da bir Gavur (14. Gün)

Amasya-Tokat
Bugün katedilen mesafe: 123 km
Toplam katedilen mesafe: 1778 km
Bisiklet üzerinde geçen süre: 6:13
7 Temmuz 2007, Cumartesi

Zamanın ötesinden bir yorum olacak ama gezi bitti sevgili meraklılar. İstanbul’a dönüşte yazıları hızla tamamlarım diyordum. Umduğum başıma gelmedi. Araya iş-güç, ufak bir-iki seyahat ve konuklar girdi; yazılara ara verilmesi gerekti. Elimden geldiğince kaldığım yerden, Amasya’dan, devam.

−Gavur, gavur da olsa böyle saygılı işte!

Amasya’daki sayısız tarihi camiden birisinin karşısı… İki teyze kapı önüne çıkmışlar oturuyorlar. Biri diğerine söylüyor bunu, benden ötürü. “Gavur” olduğum için duysam da anlamam ya! İkincisi onaylıyor. Gavurluğumu mu, yoksa edebimi mi, o kadarını bilmiyorum. Caminin kapısına bir zincir bağlamışlar ama gevşekçe, herhalde hayvan falan girmesin diye, onu açıp içeri giriyorum. İçeride azıcık dolanıp çıkıyorum. Çıkarken de zinciri geri takıyorum yerine… Saygıma atıf ordan, gavurluk da ayaktaki şorttan herhalde. Söyleyen genç olsa giderken şaşırtmak için bir “iyi günler” falan çekerdim ama yaşlı ve tatlı teyzeleri mahçup etmek yok gavurun kitabında… Sessiz sedasız uzuyorum.


Kastamonu gibi Amasya’da da cami çok. Hatta bizim konağı iki adım ötesi cami. Camlar açık… Sabah ezanı benim odanın içinde okunsa ses daha az olur. Netice: Sabah 5’te ayaktayım. Bir yarım “Hadi pabuçları giyip koşarayak Amasya’yı gezeyim” öbür yarım “Bok yeme, daha dün yüzdoksanküsur kilometre yol teptin, öğleden sonra da Tokat’a kadar gidecen” diyor. Kazanan sol yarım, acemi yarım, zavallı yarım. Dışarı çıkıyorum ama koşmak için değil, yürüye yürüye şehir turuna başlamak için. Ücrete dahil kahvaltıda gözüm yok. Eninde sonunda öğlene kadar Amasya’dayım; vakit kahvaltıdan daha değerli.

Teyzelerin komşusu olduğu cami şanslı olup içini görebildiğim binalardan biri. Oysa çoğu tarihi eserin içine giremiyorum. Kapılar kilitli… Bir çok girenin her biri halı, kilim ne bulduysa yürütmüş zamanında, o yüzden. Ben görebildiklerimden bahsedeyim.

Biraz seyahat kitabı ağzı olacak ama Amasya’ya gidenlerin kaçırmayacağı bir eser Beyazıt Camii. Hem şehrin göbeğinde, hem de külliyesi ile beraber bayağı büyük bir alan kaplıyor. Bahçesi çok güzel, kendisi de değişik mimarisinden dolayı etkileyici. Mimarinin nesi değişik? İlk bakışta Anadolu’da ya da İstanbul’da gördüğümüz Osmanlı camilerinden biri gibi duruyor ama benzerlerinden farkı tek değil iki ana kubbesinin olması. Kubbelerin çapı aynıymış ama derinlikleri arasında çok az bir farklılık var(mış). Bilenler vardır mutlaka ama ben daha once örneğini görmemiştim, hoşuma gitti. Tabii, içindeki süslemeler, şunlar bunlar da güzel. Bu arada, gün içinde aynı tarzda ama daha küçük başka örnekler de görüyorum. Demek ki buralarda çifte kubbe o kadar da nadir bir şey değil.


Ekose gömleklilere ilginç gelebilecek bir başka bina da Kapıağası (bir başka adı Büyükağa) Medresesi. Harikulade güzel, sekizgen bir mimarisi var. Klavuzda, “Sekizgen yapının ilk kullanıldığı eserlerden biridir.” yazıyor. Sekizgen türbe gördüm daha önce ama bu mimaride, bu kadar büyük bir yapı gördüğümü hatırlamıyorum. (Hakkını verecek bir resmini çekebilmek için beş katlı bir inşaatın tepesine bile çıktım ama sanki inşaatın karşısındaki tepeden sonuç daha iyi olacaktı. Neyse, bir dahaki sefere de o tepeden çekeriz.) Medresenin içi yatılı Kuran kursu… Ben gittiğimde çocuklara yemek dağıtılıyor. Şortlu mortlu ortalıkta dolaşınca bana biraz garip bakıyorlar ama herhalde onlar da gavur sanıyor, kimsenin bir şey dediği yok.


Başka… Kaydadeğer bir eser de, Selçuklular’dan kalma Darüşşifa. Yine çok etkileyici olan bu bina restore edilmiş, şimdi konservatuar olarak kullanılıyor. Avluda bir kafe var; kurulu düzenek, akşamları buranın türkü bara dönüştürüldüğünün ipuçlarını veriyor. Zaten Amasya’da her yerde türkü söyleniyor ya da çalınıyor. Darüşşifa’nın bir odasını “Müzik Enstrümanları Müzesi” olarak ayırmışlar. Diğer odaların çoğu sınıf, içerden daha çok bağlama ve koro prova sesleri geliyor.


Mustafa Bey Hamamı var Amasya’da… Yapım yılı 1436. Şehirde kullanımda olan hamamların en eskisi. Benim gördüğüm en yaşlı hamam. Türkçeciler başıma çöreklenmesin diye geriye sarıp düzeltiyorum. Benim gördüğüm en eski hamam. Daha dört gün oldu yıkanalı, yıkanmayacağım, ama içeriyi görrmemek olmaz. Müsaade alıp giriyorum. Kastamonu’daki Araba Çarşısı Hamamı’nın tıpkısının aynısı ama daha büyüğü. Benzeri pek çok tarihi hamam gibi sadece erkeklere açık. Er ve erbaşlar da girebilir. Ballandırabilip ballandıramadığımdan emin değilim ama gezi başından beri tutturdum bir hamam, yazıp duruyorum. Tesadüf, hepsi de erkeklere açık. Ola ki merak eden hanım okuyucu varsa diye buraya hamamın içinden bir görüntü koyuyorum. Flaş açık.

Yarım günlük turistik Amasya turum, şehre tepeden bakan yamaçlardaki kaya mezarlarına çıkış ile son buluyor. Kaya mezarları da, buralarda hemen her şehirde görülen kaleler gibi; uzaktan güzel ama yakınına giince pek birşey yok*. Yine de Amasya’ya bakan tepelere çıkmaktan gocunuyor değilim, yukarıdaki şehir manzarası çok güzel.

Mezarlar son dediysem de asıl son durak yerel yemekler yapan bir lokanta. Boş mideyle pedal çevrilmez. Bakla dolması yememiştim önceden, bir de eski bir tanıdık toyga çorbası var, ikisinden söylüyorum. Ama doya doya yemek zararlı; hava sıcakca biraz ve az sonra yolculuk var. O yüzden tabakları yarım bırakıp kalkıyorum. Oburluk bir dahaki ziyarete kalsın. Ne de olsa dolu mideyle pedal çevrilmez.


Yemek sonrası, konaktaki eşyaları toplayıp tekrar bisiklete yüklüyorum. Bir de lastik meselesi var: Bir önceki akşam yarılan lastiği atıp yenisini takıyorum. Yüküm 200 gram daha hafifliyor. Artık istikamet Tokat. Bütün gün uçarcasına yürüdüysem de öyle yarım günde gezilecek gibi degil Amasya; ancak 3’te çıkabiliyorum şehirden.

Yola geçeceğim ama Amasya için bir son söz… Gezerken de yazarken de kafamda Kastamonu ile kıyaslamalar var. Her iki şehirde de ne meraklısı için görülecek ve gezilecek yerlerin haddi hesabı var, ne de görülen ve gezilen yerleri anlatmanın sınırı. Amasya’da restorasyon ve turizme önem verilmesi daha önce başlamış, güzel de olmuş; bu avantaj dolaşırken açık açık hissediliyor. Şehir hakkında bir bu kadar daha da yazabilirim, örneğin yivli minareli camiyi, müzeyi, gök medreseyi, kaleyi hiç anlatmadım ama biliyorsunuz turizm broşürü imajından özellikle imtina ediyoruz. Merak eden kendi gider, görür, hayran olur, gelir. Budur.


Yeniden bisiklet üstündeyiz. Amasya-Tokat arası 120 km kadar. Aklımca bir önceki günün ardından bugün bir nevi dinlenme günü olacak. Nanay! Dün, Amasya’ya gelirken arkama aldığım rüzgar kuzeye doğru çıktığım için bugün karşımda. Yol boyu gıdım gıdım ilerliyorum rüzgara karşı, yanaklarım yanıyor. Üstelik “dünya ve Olimpiyat şampiyonu, bir Amasya aşığı” ve MHP Amasya milletvekilliği adayı Mahmut Demir’in seçim minibüsü nedense takıyor bana, iki defa bacağıma teğet geçiyor. Üstelik Tokat yolları hakikaten de taşlı arkadaşlar; rüzgar olmasa da zemin bozuk, öyle çok hızlı gitmenin olanağı yok. O kadar ağladıktan sonra güzel şeyleri de yazayım. Yol genel olarak düz, öyle çok iniş çıkş yok. Üstelik yol üstünde çok güzel bahçeler ve sıra sıra kavak ağaçları var. Ta Tokat’a kadar kavakları seyrede seyrede gidiyorum. Rüzgar olmasa çok keyifli bir yol aslında.

Velhasıl-ı kelam, beklediğimden biraz zor olduysa da akşam hava kararırken ulaşıyorum Tokat’a. Şehrin dışındaki büyük otellerde düğünler var, elektrobağlama sesleri, org sesleri hepsi birbirine karışmış çınlıyor. Çalınan tanıdık, illaki ve mutlaka Ferhat Göçer’in “Cennet”i. Allahım bu ızdırap ne zaman bitecek?!

Resimler: Olmazsa olmaz Kızılırmak ve konaklar kompozisyonu, Amasya'da bir sokak arası, Kapıağası Medresesi'nin avlusundan, Müzik Entrümanları Müzesi'nde müzik enstrümanları, Hamam, Biri sizi gözetliyor, Kaya mezarlarından Amasya.

Hiç yorum yok: