08 Temmuz 2007

Türkün Yokuşla İmtihanı (8. Gün)

Amasra-Şenpazar
Bugün katedilen mesafe: 117 km
Toplam katedilen mesafe: 975 km
Bisiklet üzerinde geçen süre: 9:13

1 Temmuz 2007, Pazar

Amasra'da gün de, sürüş de erken başlıyor; saat 6'da yoldayım. Bugün turun en çetin günlerinden biri... Amasra'nın içinden başlıyor yokuş. Şehre gidenler bilir, iki dik yamaçtan birinden inerek geliniyor. Eh, her inişin bir de çıkışı var. Yaklaşık 5-6 km çıkıyorsunuz dik dik. Sabah sabah iliğiniz kemiğiniz ısınıyor. Aşağı yukarı 400-500 metre yüksekliğe çıktıktan sonra iniş başlıyor. Amacım abartıp bu yazıları avcı hikayelerine çevirmek değil. Ağırlık olmasın diye yanıma GPS almadım, o yüzden yüksekliği tahminen yazıyorum. Rakım daha az ya da fazla olabilir. Deniz seviyesie kadar olan iniş en az çıkış kadar eğimli ve virajlı, yol da çok iyi değil. Dolayısıyla eller hep frenlerde... Neticede çıkışta bacaklara yükleniyorsunuz, inişlerde de el ve ayak bileklerine. Tabii sözüm bisikletçilere; araba kullananlara hava hoş.

İndik. Sonra... Sonrası yok. Bir daha 5 km dik çıkış, ardından çıktığın gibi tekrar deniz seviyesine iniş. Sonra bir daha, bir daha, bir daha... Uzun ve kocaman bir 'roller-coaster'ın içindeyiz. Empati olsun diye 'iniş' ve 'çıkış'ı bu kadar sık kullanmam.

Bu yolu çekilir, ne çekiliri düpedüz eğlenceli kılan şey, manzara... Deniz birkaç yüz metre yukarıdan da, burun dibinden de çok güzel. Kıyıya her inişte karşınıza bir köy çıkıyor ve her köye özel bir koy... Arazi çok eğimli olduğu için tarla, bağ-bahçe çok az; dağ taş orman. Ama ne orman!

Yol üstündeki ilk büyük durak Kurucaşile... Amasra'ya 45-50 km uzaklıkta. Büyük dediysem, nüfus 2700. Amasra'nın daha göz ardı kalanı, daha küçüğü, daha bozulmamışı... Koyu harika. Denizi de öyle. Sahilde iki küçük motel var. Dikkatinizi çekerim, günlerden pazar; Amasra insan kaynarken burada tatil yapan sadece bir aile var. Sahilde de, sokak aralarında da küçük tersaneler var; Kurucaşile, çok gördüğümüz ahşap takaların üretildiği yerlerden biri. Gün boyu seyredebilirim ben bu marangozhane/tersane faaliyetlerini... Hatta elime verseler, akşama kadar çivi neyin çakarım, yorulmam. Ama daha gidecek yolumuz var.

Kurucaşile-Cide arasındaki 25 km boyunca makus talih üç aşağı beş yukarı aynıysa da çıkışlar görece biraz daha insaflı. Bu yol üzerinde de şahane koylar var. En güzeli Gideros. Kayalar doğal dalgakıran vazifesi görmüş, koy içerde göl gibi duruyor; cennet gibi bir yer. Bir tarafında güzel bir alabalık lokantası, diğer tarafında küçük bir köy var. Kurucaşile gibi burada da sadece üç-beş aile var. Cide'de ikinci mola... Bilmiyordum, Cide Rıfat Ilgaz'ın memleketi imiş. 6-7-8 Temmuz'da Rıfat Ilgaz Festivali düzenliyorlar. Rahmetli, öyle aman aman bayıldığım bir yazar-şair değil, o yüzden bunu yazarken kocaman ünlemler geçmiyor aklımdan ama notlar arasında bulunsun. Gün gelir, bir bilgi yarışmasında çıkar, lazım olur.

Cide'de kıyı yoluyla vedalaşıp, içeri kıvrılıyorum. Karşınızda Küre Dağları... Cide'nin çarşısından başlayarak 15 km boyunca günün en zorlu tırmanışı var. Muhteşem manzaraya baka baka çıkıyoruz, pedal çevirip manzaraya bakmaktan başkaca da yapacak bir şey yok zaten. Denizden 945 metre yukarıda zirve... Ardından çıkış kadar virajlı ve uzun bir yoldan şahane bir vadiye iniliyor. Yarınımın da epey bir kısmı bu vadide geçecek. Vadi güzel ama akşam da olmak üzere, kapağı atabileceğim en yakın yer, inişten 7-8 km uzaklıktaki Şenpazar.

Şenpazar, Kastamonu'ya bağlı, nüfusu 2100. Ben Havsa'yı hor görmüşüm küçük şehir derken. Şenpazar'da otel yok, motel yok, öğretmenevi yok. Ama Mahmut Bey var. Mahmut Bey, Akşam Sanat Okulu'nun müdürü... Okulun bir odasını misafirhane olarak ayırmışlar, Mahmut Bey'e hikayemi anlatınca büyük zevkle bana orayı tahsis ediyor. İçerde bir çamaşır makinası da var, onu da kuruyor Mahmut Bey, çamaşırları da bir güzel yıkıyoruz. "Ben sabah erken yolcuyum." deyince de "Sorun değil hocam, al anahtarları. Sabah çıkarken anahtarı içerde bırakırsın, kapıyı çekersin çıkarsın." diyor. Koca okul gece bana emanet. Yahu ben hırlı mıyım, hırsız mıyım? Sabahleyin giderken girişten büstü söksem götürsem ne olacak? Ya da gece okulu ateşe versem? İnsan bir sormaz mı?

Şehre tekrar dönüyorum; hem karnımı doyurmak, hem de ufak tefek alışveriş yapmak için. Tam bu şehirde "Mahmut Bey'den başka cevher var mı?" diye merak ederken, Şenpazar bana ikinci sürprizini yapıyor. Şehrin tek lokantasında hayatımın en güzel çoban kavurmasını yiyorum. Vay Şenpazar vay! Fazladan bir gün daha kalsam kim bilir daha neler bulacağım.


Şenpazar'da gece, bir yanda seyahat notlarını düzenlerken, diğer yanda okulun aşağısında, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını ve kurbağa seslerini dinleyerek geçiyor.

Resimler: Ayrılırken Amasra, Kurucaşile'de tekne yapanlar, Asla yalnız değilim, Bu kavurma o kavurma.

1 yorum:

Yusuf Uludağ dedi ki...

1) Eşek ve kavurmayı peş peşe görünce aklıma hınzır düşünceler geldi...

2)Yalnız olmamanda köpekler vecibelerini yerine getiriyorlar mı?