08 Temmuz 2007

Kastamonu (10. Gün)

Kastamonu-Boyabat
Bugün katedilen mesafe: 117 km
Toplam katedilen mesafe:1223 km
Bisiklet üzerinde geçen süre: 6:06
3 Temmuz 2007, Salı

Aşağı yukarı 9-10 günü ve yazıyı devirdik, artık malumunuzdur: Bu yazıları yazmak pek de kolay değil ama yolculuğun şu ana kadarki en zor yazısı bu. Çünkü ne yazsam Kastamonu'nun hakkını veremeyeceğim hissi var içimde. O yüzden burada ne okursanız okuyun, rağbet etmeyin; gidin Kastamonu'yu kendi gözlerinizle görün.

Bir önceki akşamdan başlıyorum Kastamonu'yu gezmeye... Saat kulesi var, oraya çıkıyorum. Kuleye yol hükümet konağının arkasından çıkıyor. Hükümet konağı çok şık bir yapı. Vedat Tek çizmiş planını, 1910 yılında yapılmış. Atatürk, Harf Devrimi'ni bu binanın önünde açıklamış. Bendeki kitaplardan birisi "Türkiye'nin en güzel hükümet konaklarından biri" diyor. Sadece konak değil, onun merkezinde yer aldığı U şeklindeki idari kampüs de çok güzel. Ortada Şerife Bacı Anıtı var, Kurtuluş Savaşı şehitlerinden... Zaten Kastamonuluların en çok gurur duydukları şeylerden biri bu: İşgal görmemiş olmalarına rağmen savaşta en çok şehit veren üç ilden biri olmak. Valilikten saat kulesine kadar güzel Kastamonu evlerinin ilklerini görüyorsunuz. Bir de yukarıdan güzel bir şehir ve kale panoraması var.

Evler çok hoş, üzerinde "Korunmalı tarihi eser statüsündedir." tabelası olmayan yok gibi. Sadece evler açısından bakıldığında bile Kastamonu'dan 8-10 tane Safranbolu çıkar. Belki daha fazla... Birkaç yıl önce tarihi eserlerin kıymetini bilip restorasyona başlamışlar. Bazı konaklar onarılmış; şimdi müze, okul, sergi evi ya da lokanta olarak kullanılıyorlar. Tarihi eserlerin restorasyonu konusunda çok bilgili değilim, ama biliyorsunuz içinde yaşadığımız coğrafyada bu, ahkam kesmek için bir engel değil. O yüzden bu konudaki İngilizce'den çeviri beş kuruşluk fikrimi söyleyeyim: Bana sanki bu iş çok da bilinçli yapılmıyormuş gibi geldi. Misal, konaklardan en büyük ve de en güzellerinden biri "Kırk Odalı Konak" diye biliniyor. Şehre hakim bir tepenin üzerinde. Eskiden Ermeni Papaz Okulu imiş. Şimdi, özel bir okula onarımını yapmak ve anaokulu olarak kullanmak üzere kiralamışlar. Ben gittiğimde güvenlik görevlisi arkadaş gezdirdi. O anlattı; binanın bahçeye açılan bir tüneli ve mahzeni varmış, toprakla doldurup teras yapmışlar. Orijinal badananın üstüne alçı sıva çekmişler. Sadece bir bölgeye çerceve koymuşlar, millet orijinalini görsün diye. Peki gerçekten 40 oda var mı? Güvenlik görevlisi "Vardı ama onarım sırasından biz bazı odaların duvarlarını yıkıp birleştirdik." diyor. Dediğim gibi ben bu işten pek anlamam ama adında 'kırk oda' geçen bir binanın odalarını yıkmak pek aklıselim bir iş gibi gelmiyor bana.

Aslına uygun ve güzel restore edilmiş konaklar da yok değil. Bunlardan biri Eflanili Konağı; şimdi yöresel yemekler sunan bir lokanta olarak kullanılıyor. Akşam yemeğine buraya gdiyorum. Çok fazla kimse yok, bana "turist işi" yapıyorlar; yemeklerin hepsinden azar azar hazırlayıp getiriyorlar. Ecevit çobası, banduma, etli ekmek, elma ekşisi, Kastamonu baklavası ve helvası... Baklavayı bir kenara bırakalım, onun dışındakiler güzel...

Bir başka konak Etnoğrafya Müzesi haline getirilmiş, sabahki gezimin duraklarından birisi de orası. Bina çok güzel. Müze olarak da iyi, yalnız nereden bulmuşlarsa birtakım cansız mankenler bulmuşlar. Kadın-erkek hepsinde maşallah boylar bir doksan, tenler beyaz, sakallar kırçıl. Kastamonu yerlilerinden ziyade Norveçli balıkçıları andırıyorlar. Eski çıkrıklar, örsler, kilim dokuma tezgahları bu Norveçli tiplerin elinde pek eğreti duruyor.

-3 saniye Neutrogena esprisi molası-

Konakların dışında Kastamonu'da, çoğu dini bir sürü tarihi eser var. Hemen tamamı en az 500 yıllık, camilerin ve türbelerin bir kısmı daha da eski, Selçuklular zamanına uzananlar var. Bunların ziyareti sabahı beklemek zorunda ama akşam hala gidilebilecek bir yer var: hamam. Tarihi hamamlardan bir ikisi hala işliyor, ben bana yakın olan Arabacı Pazarı Hamamı'na gidiyorum. Yapım yılı 1508. Benden başka müşteri yok. Hamamcı "Kese, masaj ister misin?" diyor. Yoldan gelmişim. "Hepsinden isterim." diyorum. Muamele süper, muhabbet daha da süper. Öyle dereden tepeden gidiyoruz, hamamcı çok saygılı... Saygıda kusur kesinlikle olmuyor ama konuşma ilerledikçe cümle içindeki küfür sayısı artıyor. Zaten Kastamonuluların çoğu böyle konuşuyor. Küfrün yerinde kullanılmadığı cümle ögesi yok gibi ama en çok bağlaç vazifesi görüyorlar. Bir Adanalı olarak kendimi memleketimde hissediyorum. Bir hamamcı, bir ben, karşılıklı siyaseçilere ana-avrat dümdüz gidiyoruz. Bu arada masaj ve kese yolun tüm yorgunluğunu attırıyor; ben böyle daha 1000 km giderim.

Hamam dönüşü, otelin lobisindeki çaylı muhabbetin tam ortasına düşüyorum. Muhabbeti edenler, Kastamonulu bir abi ve resepsiyoncu çocuklar. Eflanili'den çıkarken küçük bir kutu kesme helva almıştım, masaya onu koyuyorum. "Ya hocam, biz bunu her gün yiyoruz." falan deseler de helva makbule geçiyor. Yabancı olunca biraz Kastamonu tarihi dersi alıyoruz. Kastamonulular ilin tarihini anlatmaya meraklı; söylemekten en çok zevk aldıkları şey de “bir zamanlar Üsküdar’ın buralara bağlı olduğu.” Bunu bir kontrol etmek lazım. Dediğim gibi, kaldığım bir gün içinde benzer hikayeleri birkaç kez dinliyorum, nedense bunlarda ilin tarihi hep Kastamonu'nun Türkler tarafından fethiyle başlıyor. Daha öncesi yok. Hititler, Frigler, Lidyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Gaslar…vs. envai çeşit halk buralarda hiç yaşamamış gibi. Aslında pardon, o kadar da değil. Arada sırada Bizanslılar'dan falan bahsediliyor. Ama onlar da fetih hikayelerinin dolaylı tümleçleri ya da işi gücü olmayan bazı Kastamonular bulabilsin diye yüzyıllar öncesinden sağa sola defineler gömen sevimli gavurcuklar olarak…

Oteldeki sohbet ertesi gün için çok yararlı oluyor. Zira, belediye bir broşür hazırlamış turistler için ama eserlerin oradaki isimleri ile halk arasındaki isimleri birbirinden farklı. Misal, “Atabey Camii” diye sorduğunda “Kasamonu’da yok öyle bir cami.” diyorlar ama “Kırk Direkli Cami” dersen hemen bir üst sokakta çıkıyor. Caminin duvarında da “Atabey Gazi Camii” yazıyor ha!

Camiler ve medreseler muhteşem… İsim isim bahsetsem çok uzun sürer ama bazılarının özellikle kapı, mihrap ve tavanlarındaki ahşap işlemeler harika. Hemen hemen hepsi açık, çünkü içlerinde yazlık Kuran kursları var. Hoşurt diye içeri girerek çok ders bölüyorum. Başta, "Hocalarla papaz olur muyuz?" diye çekindiysem de korktuğum olmuyor. İnsanlar çok candan burada… İçerden çıkıp, caminin özelliklerini anlatıyorlar, çay ikram ediyorlar, ziyaretim için teşekkür ediyorlar. Burada misafirsiniz, önemli olan sizi hoş tutmak. Çocuklar dersten geri kalsa da olur, ayetler bir yere kaçmıyor.

Ağlı’nın kahveleri, Kastamonu’nun türbeleri... Başlıcalarından biri Aşıklı Sultan Türbesi. Böyle arayınca bulunmuyor tabii; “Yanık Evliya Türbesi” diye arayacaksın. Kastamonu'nun fethi sırasında şehit olduğuna inanılan ve burada yatan evliyanın ayaklarını mumyalamışlar. Ayaklar cam mahfazanın içinde, kaidenin dışında öylecene duruyor. Bu ayakları dışarda bırakmanın hikmeti nedir öğrenemedim ama en çok ziyaret edilen türbelerden biri burası. Benim gibi sabahın pekinde dolaşmaya çıkınca tabii kimse olmuyor etrafta.


Şehirde diğer türbeler ve hatta tarihi eserler bir yana, Şeyh Şaban-ı Veli Türbesi bir yana… Herkes beni oraya yönlendiriyor. Önce kaleye çıkıp, sonra buraya yöneliyorum. Kastamonu kalesi benzeri pek çok kale gibi; bakması güzel. Türbe ve külliyesi, kalenin arkasındaki aynı adlı caddenin üzerinde... Şaban-ı Veli, Halvetilik denilen tarikatın kurucusu… Türbe de, yanındaki cami de görülesi yerler. Ama asıl güzel olanı müze… Ben mesela üç boyutlu hat örneklerini ilk kez burada görüyorum. Türbenin yakınında, zemzem ile aynı lezzette olduğuna inanılan Asa Suyu akıyor. Güzel tesadüf, benim de elimdeki su bitmiş zaten; koca şişeyi dolduruyorum. Maalesef, Asa Suyu doyumluk değil, tadımlık.

Velhasıl-ı kelam, ben daha sayfalarca Kastamonu’yu bina bina, sokak sokak anlatırım ama sıkılırsınız. Şehir çoook (isteyen 'o' sayısını dilediği kadar arttırabilir) güzel, insanlar çok içten ve konuksever. Ben çok sevdim, bir daha, bir daha gidilesi ve daha uzun kalınası bir yer Kastamonu. Ama bir dahaki sefere "Oh-hoo, Kayseri'ninki de bir şey mi?" diye methedilen pastırma mevsiminde gitmek lazım.

Benzinciler haklıymış; bir gün once “öğleden sonra gezer, sabaha çıkarım” dediğim şehirden saat 3 gibi zor ayrılıyorum. Yol üstünde Taşköprü’de kısa bir mola… Taşköprü, kuyu kebabının anavatanı; sırf Taşköprü'de kuyu kebabı yemek için Kastamonu'dan öğlen yemeği yemeden çıkıyorum ama maalesef geç kalınca kebabı kaçırmışız. 11-2 arasında oluyormuş sadece. Taşköprü, Kastamonu’nun küçük ama daha bakımsız bir kopyası, evler iyice harabeye dönmüş. Bir iki yere bakıp, sonra çıkışında Pompeiopolis’e de uğruyorum ama harabelerde görülecek çok fazla birşey yok.


Buradan sonrası dosdoğru Boyabat. Yol biraz bozuksa da, çok iniş çıkış yok. Rahat bir sürüş oluyor. Sadece Boyabat’a yaklaşırken bir iki rampa var, o kadar. Yola biraz geç çıkmanın da etkisi ile kalesi ve Hababam Sınıfı esprisi meşhur Boyabat’a ancak akşam karanlık bastırırken ulaşabiliyorum.

Boyabat ile ilgili anlatacak çok fazla bir şey yok. Taşköprü'de ıskaladığım kuyu kebabın tadına burada bakıyorum. Yemek yerken bir yandan da gezi kitabından Karadeniz'deki festivallerin tarihlerine bakıyorum, belki bir ikisine denk gelirim. Kebapçının densiz oğlu, "A-a, bizim festivallerin tarihlerini de mi koymuşlar oraya?" diyerek dalıyor benim masaya. Gazi İşletme'de okuyormuş. Habira gezi kitabının yazarına giydriyor, Boyabat'a hakettiği ilgiyi göstermediği için. Normalde ben böyle tipleri eğlenceli bulurum ama bu biraz fazla sevmsiz. Masadan erken kalkıp otele dönüyorum. Erken yatıp biraz dinlenmek lazım; yarın Sinop’a kadar yol zorlu…

Resimler: Kastamonu'dan iki ev görüntüsü, O ayaklar bu ayaklar, Taşköprü Taş Camii.

4 yorum:

OzlemPansiyon dedi ki...

bodrum'da, otelin havuz basindayim... turk gecesi munasebetiyle dansozler var sahnede. yazdiklarini okuyorum. benim burada ne isim var? neden ben de kastamonu'da degilim? neden hamamciyla muhabbetlemiyorum su dakika? neden sinirlarimi zorlamiyorum?

yuru mutlu'cum, kim tutar seni.

Doğan Aydoğdu dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Doğan Aydoğdu dedi ki...

Harika bir yazı.. Gerçi dört yıl öncesine ait ama ben yeni görüyorum! Ben Kastamonu-Çatalzeytin'liyim ve memleketimle daha doğrusu Türkiye ve geçmişimizle gurur duyuyorum.. Çok güzel bir ülkede yaşıyoruz.. Yeterki insanlarımız farkındalıklarını artırabilsin! Bu güzel yazınız ile hem gülmemize hemde bir nebze olsun bilgi tazelememize katkıda bulunduğunuz için teşekkür ediyorum..
Sevgilerimle...

Onder dedi ki...

Kastamonu Gezilecek Yerler